Turco: Declaración de la LCI sobre el 18 de Marzo

Bütün Ülkelerin Proleterleri Birleşin!

ENTERNASYONAL KOMÜNİST BİRLİK (EKB) : “18 MART ULUSLARARASI POLİTİK TUTSAKLARLA DAYANIŞMA GÜNÜ”NDE ŞAN OLSUN KOMÜNİST VE DEVRİMCİ TUTSAKLARA!

18 Mart Uluslararası Politik Tutsaklarla Dayanışma Günü’dür. 1920’de Komintern tarafından kurulan Kızıl Yardım Örgütü, 1923 yılında Paris Komünü’nün kuruluş günü olan 18 Mart’ı politik tutsaklara adayarak “Uluslararası Politik Tutsaklarla Dayanışma Günü” olarak ilan etmiştir. Dünyanın dört bir yanında 18 Mart’ta politik tutsaklarla dayanışma yükseltilmektedir.

Binlerce yıldır içerisinde yaşadığımız sömürü ve zulüm düzenlerine karşı tarihin her evresinde büyük karşı koyuşlar gerçekleştirilmiş, büyük bedeller ödenmiştir.

Egemen sömürücü sistemlere karşı gerçekleşen her mücadele, her karşı koyuş karşısında egemen sınıfların tepkisi benzer özellikler taşımıştır; varlığını devam ettirmek için varlığına yönelik her hareketi ezmek ve özellikle harekete önderlik edenleri yok etmek. Çünkü, egemen düzene karşı biriken öfke, varolanı değiştirmeye yönelik ortaya çıkan istek ve çaba sonucu oluşan dinamik, ancak doğru bir önderlik altında doğru bir noktaya yöneltilebilir. Bu yüzden de egemen sınıflar halkın öfke ve değişim isteğine yön verenleri öncelikle yok etmek, yok edemediklerini de halktan tecrit etmek isterler. Egemen sınıfların devrimci, komünist ve halkın demokratik hareketlerinin öncülerine yönelik tahammülsüzlük ve saldırganlığının diğer boyutu da ezilen halk kitlelerinin sessiz kalmasını ve isyan etmeye cüret etmemesini sağlamaktır. Egemen sınıflar halkın öncülerine yönelik gerçekleştirdikleri katliam ve baskıyla ezilen halk kitlelerine “bize karşı harekete geçerseniz size de bunları yaparız” mesajını vermektedirler.

“Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır; oysa asıl mesele onu değiştirmektir” demişti proletaryanın büyük ustası Karl Marks. Komünist ve devrimciler bu ideali gerçekleştirmek için mücadele etmekte, bunun için katledilmekte, bunun için tutsak düşmektedirler. Komünist ve devrimci tutsaklar yaşam devam ettikçe sınıf mücadelesini yaşamın olduğu her koşulda sürdürmenin muazzam örneklerinin yaratılabileceğini işkencehanelerde ve hapishanelerde defalarca göstermiştir. Yürünen yol bunları göze almayı gerektirir ve komünist ve devrimciler bunun bilincinde olarak egemen sömürücü sistemlere karşı mücadele ederler. Katledilen her komünist ve devrimcinin bedeni, tutsaklıkla geçen her zaman dilimi geleceğin toplumunu inşa etmenin tuğlalarını örmektedir aynı zamanda. Burjuvazi ve uşakları katledemediklerini en ağır baskı koşulları altında hapishanelerde tutsak ederek teslimiyeti sağlamayı hedeflemektedir. Buna karşılık, komünist ve devrimci tutsaklar, düşmanın kendisini en güçlü hissettiği hapishaneleri sınıf savaşı arenasına dönüştürmekte tereddüt etmemektedirler. Tam da bu yüzden hapishanelerdeki komünist ve devrimci tutsakları mağduriyetler üzerinden tanımlamamalı, haklılıkları üzerinden tanımlayarak sahiplenmeliyiz. Komünist ve devrimciler yalnızca var olan sömürü sistemlerine karşı alternatif düşüncelere sahip oldukları için değil bu düşünceleri doğrultusunda değiştirme eylemine girdikleri, örgütlendikleri ve halkı örgütledikleri için katledilmekte, hapsedilmekte, işkence görmektedirler.

Bu her şeyden önce, iki düşman ve uzlaşmaz sınıfta somutlaşan ideolojik bir savaştır. Emperyalist sistemin nesnel koşulları ezen ve ezilen arasındaki çelişkiyi sürekli ve güncel tuttuğu için komünist ve devrimcilerin katledilmesi, hapsedilmesi de burjuvazi açısından sorunu çözmemektedir. Varolan nesnel durum, derinleşen çelişkiler sınıfsal karşıtlıklara doğrudan yansımakta ve katledilen, hapsedilen devrimci ve komünistlerin boşluğu yenileriyle dolmaktadır.

Egemen sistemin çelişkileri derinleştikçe ve çıkmazları çoğaldıkça, “mezar kazıyıcısı”ndan korkuları büyüdükçe egemen sınıflar daha somut olarak gerçek karakteriyle ortaya çıkmakta tereddüt etmezler. Sistemin derinleşen ve hafifletilemeyen krizi aynı zamanda burjuvaziyi ve her türden sömürücü egemen sınıfı, egemen devlet mekanizmasını gerek yasalarıyla gerekse de fiili örgütlenmeleriyle daha fazla merkezileştirerek baskı mekanizmalarını daha fazla öne çıkarır hale getirmektedir. Kendilerini “ideal” ve “ileri demokrasi” olarak tanımlayan emperyalist kapitalist ülkelerde art arda çıkarılan güvenlik yasaları, devletin kolluk güçlerinin yetkilerini artıran yeni yasalar bizlere somut olarak göstermektedir ki burjuvazinin “demokrasi maskesi” taşıyacak hali gerilerde kalmaktadır. Burjuvazi tüm gericiliğiyle işçi sınıfı ve ezilen emekçilerin ve ezilen halkların karşısındaki pozisyonunu yeniden tahkim etmektedir.

Emperyalizmin tahakkümü altındaki  sömürge, yarı-sömürge ülkelerde olağan rejimler, faşizmin ve gericiliğin çeşitli tonlarına sahip parlamentolu ve parlamentosuz iktidar biçimleridir. Bu ülkelerde komünist ve devrimcilerden başlayarak tüm muhalifler sistemli ve sürekli bir devlet terörü ile yüzyüzedirler. Bu ülkelerde egemen sınıflarla ezilen halk arasındaki çelişkinin derinliği sınıf mücadelesinin şiddetini de belirlemektedir. Saflar daha net ve çıplak bir karşı karşıya gelmeyi gerektirir, emperyalizmin uşaklığını ancak halkın üzerinde dizginsiz bir terör rejimi gerçekleştirerek sürdürebilen egemen sınıflar açısından devlet terörü bir tercihten öte bir zorunluluktur. Yasalar faşizmi, gericiliği ve devlet terörünü maskeleyen bir peçeden ibarettir. Hapishaneler ise tam anlamıyla işkence ve baskı mekanizması işlevi görmektedir.  Egemen sınıflar, Türkiye, Hindistan, Filipinler, Peru, İran, İsrail vb. ülkelerde tutsakları teslim almak için neredeyse alfabenin tüm harfleriyle adlandırdıkları tecridi derinleştirmek, tutsakların birbirleriyle ve dışarıyla bağlarını koparmak, yalnızlaştırmak için inşa ettikleri hapishane çeşitlerini yaygınlaştırırken, hasta tutsakların en temel hakları yok edilmek istenmektedir. Kürt ulusal kurtuluş mücadelesinin bedeli olarak, binlerce Kürt ulusu mensubu hapishanelerde tutsak durumundadır. Ağır hasta tutsakların tedavileri çeşitli bahanelerle engellenmekte, birçok hasta tutsak ölüme terkedilmekte, tutsaklara fiili saldırılar ise yaygın olarak sürmektedir. Türkiye hapishanelerinde 30 yılı aşan tutsaklık süreçleri sona erenlerin tahliyeleri “düşüncelerinden vazgeçmedikleri” gerekçesiyle engellenmektedir.

Gerici Hindistan devleti Halk savaşını önlemek için Varavara Rao, Sanjoy Deepak Rao, Ayinoor Vasu, Rona Wilson ve Gautam Navlakha gibi politik aktivistlerin de dahil olduğu on binden fazla komünist, devrimci ve aktivisti hapse atmıştır.

Georges Ibrahim Abdallah Fransız emperyalizmi tarafından yaklaşık 40 yıldır ve hakkında verilen cezayı bitirmiş olmasına rağmen serbest bırakılmamaktadır. Mumia Abu-Jamal Kara Panterler üyesi 40 yılı aşkın bir zamandır ABD emperyalizmi tarafından hapishanede tutulmaktadırlar.  Dünyanın faklı coğrafyalarında binlerce komünist, devrimci ve ezilen uluslara mensup tutsak onlarca yılı bulan tutsaklık süreçlerini hapishanelerde yaşamaktadırlar.

Egemen sınıfların komünist ve devrimci tutsaklardan duydukları korku ve onlara kaşı hissettikleri sınıf düşmanlığı öylesine büyüktür ki kendi yasalarını dahi açıktan çiğneyerek tutsak ettikleri komünist ve devrimcilerin hapishanelerden çıkmaması için büyük bir aymazlıkla hareket etmektedirler. Geçtiğimiz yıl 29 yıllık tecrit koşullarında sağlığını yitiren ve gerekli önlemler alınmadığı için ölümüne neden olunan PKP lideri Başkan Gonzalo şahsında yaşananlar emperyalistler ve uşak egemen sistem sahiplerinin duydukları korku ve sınıf kininin boyutunu görmek açısından oldukça önemlidir. Başkan Gonzalo’nun ölümüne neden olanlar cenazesini dahi yakıp yok etmişlerdir.

Hapishanelerdeki komünist ve devrimci tutsaklar yaşamları pahasına sınıf mücadelesinin gereklerini tutsaklık koşullarında tüm sınırları zorlayarak yerine getirmeye çalışmaktalar. Teslimiyeti reddetmekte, her türlü baskı, işkence ve tecrit saldırısına karşı koymakta tereddüt etmemektedirler. Tutsakların haklı-meşru mücadele ve direnişlerini sahiplenmek, tutsaklar üzerindeki her türden saldırganlığa karşı mücadele etmek, tutsakların dışarıdaki sesi olmak için seferber olmalı, onların tutsaklık koşullarında sürdürdükleri mücadeleyi dışarıdaki sınıf mücadelesinin bir parçası olarak sahiplenmeliyiz.

Komünist ve Devrimci Tutsaklar Onurumuzdur!

Komünist ve Devrimci Tutsakları Sahiplenmek Devrim Mücadelesini Sahiplenmektir!

Komünist ve Devrimci Tutsakların Direniş ve Mücadelesini Sahiplenelim. Tutsakların sesi Olalım!

Mart 2024

EKB

(Enternasyonal Komünist Birlik)

Previous post Danés: Declaración de la LCI sobre el 18 de Marzo
Next post México: avances sobre el boicot contra la farsa electoral